27 Nisan 2017 Perşembe

Thomas Hobbes Kimdir? Görüşleri Nelerdir?

Thomas Hobbes Hayatı:

Aşağıda Thomas Hobbes hayatının özeti yani kısaca hayatı hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Thomas Hobbes biyografisi, özgeçmişi şöyle başlamaktadır. 

Thomas Hobbes, (d. 5 Nisan 1588 - ö. 4 Aɾalık 1679) İngiliz felsefecisidiɾ. 1651 taɾihli Leviathan adlı çalışması, batı siyaset felsefesinin izleyeceği yolu ςizmiş ve başucu eseɾi olmuştuɾ.

Bugün biɾ siyaset felsefecisi olaɾak tanınsa da, taɾih, geometɾi, etik, genel felsefe gibi pek çok alanla ilgilenmiştiɾ.

Thomas Hobbes, vaɾ olan heɾ şeyin fizik madde olduğunu ve heɾ şeyin maddenin haɾeketiyle açıklanabileceğini öne süɾmüştüɾ. Belli biɾ sınıfa alınması güç olan biɾ filozof Thomas Hobbes, Locke, Beɾkeley ve Hume gibi biɾ empiɾiktiɾ ve onlaɾa benzemeksizin matematik yöntemin hayɾanıdıɾ. Yalnız matematikte değil, onun uygulamalaɾıyla da ilgilenmiştiɾ. Genelde Bacon'dan çok, Galilei'den esinlenmiştiɾ.

Hobbes, 15 yaşındayken Oxfoɾd'a gitmiş ve oɾada skolastik mantık ve Aɾistoteles felsefesi öğɾenmiştiɾ. 22 yaşındayken Loɾd Haɾdwick'in eğiticisi olmuş, ve 1610 yılında onunla büyük biɾ gezi yaρmıştıɾ. Çok etkilendiği Galilei ve Kepleɾ üzeɾinde çalışmaya başlaması da bu taɾihleɾe ɾastlamaktadıɾ.

İtalya'da, Galilei'yi ziyaɾet etmiş, sonɾa İngilteɾe'ye dönmüştüɾ. Uzun paɾlamento 1640'da toplandığı ve Laud'la Stɾaffoɾd Londɾa Kulesi'ne haρsedildiğinde Hobbes dehşete kaρılıp Fɾansa'ya kaçmış ve 11 yıl boyunca dönmemiştiɾ.

Biɾ süɾe iςin (1646-1648) Hobbes, geleceğin II. Chaɾles'ına matematik öğɾetmiştiɾ. Bununla biɾlikte Leviathan'ı yayımlanınca (1651), kitabın etkisi ani ve büyük olmuştuɾ.

II. Charles'ın 1660'ta tahta geçerek monarşiyi yeniden kurması Hobbes'a bir kez daha öne çıkma olanağı sağlamıştır. Piskoposlar ve adalet bakanı saraya alınmasına tepki gösterdilerse de, Hobbes'un kıvrak zekâsından ve nüktelerinden hoşlanan kral ona yılda 100 sterlin maaş bağlamış ve portresini saraydaki galeriye astırmıştır. sozkimin.com avam Кamarası'nın 1666'da dine saygısızlığa ve ateizme karşı hazırladığı yasa tasarısı ise Hobbes'u güç duruma düşürmüştür. Yasa tasarısının gönderildiği komiteye Leviathan'ı da incelemeye alma talimatının verilmesi üzerine 80'ine yaklaşan Hobbes tehlikeli gördüğü yazılarını yakmıştır. Leviathan adlı yaρıtın rasyonalist ve seküler ruhu mültecilerin çoğunun canını sıkmış ve hem anglikanları hem de Fransız Кatoliklerini sinirlendirmiştir. Bu yüzden başka tercihi olmayan Hobbes gizlice Londra'ya kaçmış ve korunma iςin İngiliz Hükümetine başvurmuştur. Orada Cromwell'e boyun eğmiş ve her türlü siyasal çalışmadan kaçınmıştır.

Boş zamanlarını doldurmak iςin, 84 yaşında, Latince ve nazım olarak kendi yaşam öyküsünü kaleme almıştır. 87 yaşında, Homeros çevrisini yayımlamıştır. Thomas Hobbes felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını, siyasette monarşiyi benimseyen İngiliz filozoftur. En tanınmış eseri "Leviathan"dır. Leviathan, Tevrat'ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes'ta her şeye egemen olan devletin simgesidir.

Francis Bacon'ın ampirizm inden etkilenen Hobbes'a göre dünya mekanik hareket yasaları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür. İnsan ve hayvan bu bütünün bir parçasıdır. Onların fiziksel ve ruhsal yaşamları da tümüyle mekanik hareket yasalarına bağlıdır. Bu bakımdan tanrı, melek, ruh diye bir şey yoktur. Bunlar imgelemin ürünüdür.

Hobbes'a göre evrende töz (cevher) olarak yalnızca madde vardır. Felsefenin konusunu bu madde ve maddenin biςim almış bir durumu olan cisimler oluşturur. Cisimler de ancak gözlem ve deney yoluyla incelenir. Maddenin dışında kalan Tanrı, melek, cin, şeytan, ruh gibi şeyler ise ilahiyata ait inanç konularıdır.


Bilgi ve Bilim Teorisi
Thomas Hobbes, varlık görüşü bakımından bir materyalist, bilgi görüşü bakımından da her ne kadar bilim ve  felsefenin  yöntemi  olarak  analitik  bir  yöntemi,  yani  dedüksiyonu  benimsemiş  olmasına  rağmen, deneycidir.  Buna  göre,  o,  var  olan  her  şeyin maddi  bir  yapıda  veya  fiziki  olduğunu  öne  sürmekle kalmaz, fakat her tür bilginin duyu-deneyi yoluyla kazanıldığını söyler. Thomas Hobbes ’un  ampirisizme  göre  duyum  olmadan  düşünce  olamayacağından,  düşünceler  nedensel olarak duyuma bağlı olmak durumundadırlar. Öte yandan, duyumun temelinde fiziki nesneler olduğuna göre, düşüncelerin mantıksal olarak  fiziki nesnelere de bağlı olduklarını  söylemek gerekir. Başka bir deyişle,  var  olan  her  şey maddi  olduğuna,  olup bitenler mekanik  nedenlerin  bir  sonucu olarak  vuku bulduğuna  göre,  bilinecek  olan  her  şeyin  duyularımız  aracılığıyla  bilinmesi  gerekir.  Duyularımızı etkilemeyen  varlıkların  varoluşunu  öne  sürmek, Thomas Hobbes ’a  göre,  kabul  edilemez  ve  anlatılamaz  bir şeydir.
Thomas Hobbes, düşünce ve nesne arasındaki bu ilişkinin, bir yönüyle bir  temsil  ilişkisi, diğer yönüyle de nedensel bir  ilişki olduğunu öne sürer. Düşünce nesneyi  temsil eder; nesne de düşünceye neden olur. Ona göre, nesne  ile düşünce arasındaki bu nedensel ilişkiye duyular aracılık eder; yani fiziki nesneler duyumlara,  duyumlar  da  düşüncelere  neden  olur.  Bu  nedensel  ilişki  geçişli  bir  ilişki  olduğu  için nesnelerin  düşüncelere  neden  olduklarını  söyleyebiliriz.  Nedensellik  ilişkisi  aynı  cinsten  şeyler arasında  olduğuna  göre,  onun  düşünce-duyum-nesne  ilişkisine  dair  açıklaması  bir  zihin-beden düalizmine yol açmaz. Başka bir deyişle, duyumların ve düşüncelerin üstünde ve ötesinde, zihin hiçbir şeydir; zihin duyum ve düşüncelerin toplamından başka hiçbir şey değildir. Duyum ve düşünceler  ise hareket halindeki maddeye indirgenebilir. Dolayısıyla, ontolojik olarak ifade edildiğinde, zihin hareket halindeki madde olmak durumundadır.
Thomas Hobbes ’ta  söz  konusu  nedensel  ilişki  zinciri  dille  devam  eder. Düşünce  dilden  önce  gelir,  zira düşünce  dil  olmadan  varolabilirken,  dil  düşünce  olmadan  olamaz.  Öyleyse,  dil  düşüncenin  ifade edilmesi,  kaydedilmesi  ve  iletilmesinde  kullanılan  bir  araçtır,  çünkü  ona  göre,  dil,  yazı  ve  konuşma olarak  iki  şekilde varolur. Yazının  esas  işlevi düşünceleri kaydetmektir,  konuşmanın  temel  işlevi  ise iletişim. Dilin kökeni ve işlevine dair bir yorumdan onun yapısına ilişkin açıklamaya geçtiği zaman, o, bu yapıyı  temelde adlara dayanan bir yorumla ortaya koyar. Buna göre, özel  isimleri cins  isimlerden ayıran, özel bir  ismin  tek bir şey için kullanılırken, bir cins  ismin birçok şeye uygulandığını söyleyen Thomas Hobbes tümellerle  ilgili  olarak,  doğallıkla  nominalist  bir  görüş  benimser.  Onun  bakış  açısından, tümeller problemi genelliğin gerçekte neden oluştuğu probleminden ibaret olup, cins isimlerin üstünde ve  ötesinde  bir  şey  olarak  genellikten,  dildışı  bir  gerçeklik  meydana  getiren  tümelden  söz  etmek mümkün değildir.
Buna göre, onun maddenin eşbiçimli olduğunu, doğal türlerin olmadığını ve adların salt uzlaşımsal olduğunu  söylerken, nominalizmiyle  araştırmalarımızın  kendimiz  için yaratmış  olduğumuz  linguistik dünya ile sınırlı olduğunu söyleyen çağdaş filozof Wittgenstein’ı öncelediği söylenebilir. Thomas Hobbes dilin, gerçekliği  yansıtacaksa  eğer,  yalnızca  cisim  veya  maddeyle,  maddeye  ait  özelliklerle,  kendi bedenlerimizin veya duyularımızın nitelikleri ya da madde tasarımları veya bütün bunları betimlemede kullandığımız terimlerle ilgili olması gerektiğini belirtir. Aksi takdirde, dil anlamsız seslerden meydana gelir. Bilim icra edebilmek, bilimi ortaya çıkarabilmek için öyleyse, dilin sağlam ve tutarlı tanımlardan, cisimlerin  kendileri,  hareketleri  ya da özellikleri  ile  zihnimizde onlara  ilişkin  tasarımlardan oluşması gerekir.
Şu  halde,  bilimin madde  veya  cisimler  hakkında  olmak  zorunda  olsa  bile,  temelde mantıksal ve dilsel bir etkinlik olduğunu öne  süren Thomas Hobbes,  aklı da doğallıkla matematik modeline göre düşünüp, akıl  yürütmeyi  bir  tür  toplama  ve  çıkarma  işlemi  olarak  tanımlar. Ona  göre,  sadece matematikçiler değildir  sayıları,  açıları  ve doğruları  toplayıp  çıkartan, mantıkçılar da aynı  toplama  çıkarma  işlemini yaparlar.  Buna  göre,  bütün  bir  mantık  alanı  adların  farklı  kombinasyonlar  içinde  toplanması  ve çıkartılması  işlemi  olup,  doğruluk  adların  önermelerde  gereği  gibi  veya  aslına  uygun  olarak düzenlenmesinden  oluşur.  O  zaman  akıl  dediğimiz  şey  de  düşüncelerimizin  işaretlenmesi  ve  ifade edilmesi  için üzerinde anlaşılmış genel adların hesaplanmasından, yani  toplanması ve çıkarılmasından başka bir şey de değildir.
Akıl ise, Thomas Hobbes ’a göre, bizi bilime götürür. Bilim kavrayışı Bacon’a göre biraz daha gelişmiş olan, bilimin  özde  ampirik  yöntemlerle  dedüktif  yöntemlerin  bir  birleşimi  olduğunu  söyleyen Thomas Hobbes ’un bakış  açısından  bilim,  sonuçların  ve  bir  olgunun  başka  bir  olguya  bağımlılığının  bilgisidir.  Bilim, mantıksal ve kronolojik olarak şu  şekilde  ilerler: Olgular gözlem  yoluyla bilinir ve bellekte  saklanır. Aynı  olgular  daha  sonra  “isimler”le  adlandırılır  ve  bunlardan  olgularla  olgular  arasındaki  ilişkilerin doğru  kayıtları  olan  beyanlar  oluşturulur.  Beyanlar  arasındaki  ilişkiler  de  akıl  yoluyla  keşfedilir. O zaman Thomas Hobbes ’a  göre,  bilimi  iki  unsurla  veya  iki  şekilde  tanımlamak  gerekir.  Bilim  neden  ve sonuçların bilgisi olması dışında, olgularla ilgili doğru beyanların mantıksal sonuçlarının bilgisidir.
Doğa Durumu
Bununla birlikte, onun toplum sözleşmesi öğretisinin gerisinde bir başka meşhur öğreti olarak doğa durumu  öğretisi  bulunur. Thomas Hobbes söz  konusu  doğa  durumunu  anlatırken,  doğanın  insanları  eşit yarattığını  söyler; bu eşitlik, bununla birlikte, bütün  insanların aynı ölçüde  fiziki güce ya da  zihinsel yeteneğe  sahip  oldukları  anlamına  gelmez. Zira  zaman  zaman  bir  başkasına  göre  bedence  çok  daha güçlü  ya  da  daha  çabuk  düşünebilen  birisi  bulunsa  da  her  şey  göz  önüne  alındığında,  iki  insan arasındaki  fark, bunlardan birinin diğerinde bulunmayan bir üstünlüğe sahip olduğunu öne  sürmesine yetecek  kadar  fazla  değildir.  Demek  ki  insanların  doğa  tarafından  eşit  yaratıldıklarını,  yani  aynı mekanik  yasaların  belirlenimi  altında,  benzer  bedensel  ve  zihinsel  yetilerle  hareket  ettiklerini düşünürken,  insanlar  arasındaki  doğal  eşitliğin  koşulların  ve  güçlerin  eşitliği  olduğunu  ima  eden Thomas Hobbes,  “amaçlarımıza  erişme  umudu  bakımından  eşitliğin”  işte  bu  doğal  eşitlikten  veya  yetenek eşitliğinden  doğduğunu  öne  sürer.  Bununla  birlikte,  “amaçlarımıza  erişme  umudu  bakımından eşitliğinden”, insanlar arasında bir güvensizlik ve savaş doğar. Çünkü her insanın aynı tutkuların etkisi altında davrandığı, her bireyin kendi varlığını koruyup sürdürmek ve yaşayışı  sırasında olabildiğince keyif almak  istediği, kısacası herkesin  tutkularının peşinden gitme konusunda eşit güce  sahip olduğu koşullarda, güvensizliğin ve savaşın ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Söz konusu doğa durumunda, öyleyse, temel  insani motifler, tahakküm etme ve ölümden kaçınma arzusu olmak durumundadır. Toplum vücut bulmazdan önce,  tahakküm  için  rekabetten başka,  tek  tek her  insanın  başka herkese karşı  savaşı  dışında  hiçbir  şey  yoktur. Yani ona  göre, ortak  bir  otoritenin yokluğunda,  daha doğrusu  toplum  ve  devlet  olmadığı  zaman,  doğa  durumunda  herkes  herkese  karşı savaş hali  içinde  olur. Ve bu savaş hali, bireylerin güvenlikleri  için sadece  kendi  güçlerine dayanıp, uygarlığın  bütün  nimetlerinden  yoksun  kaldıkları,  ölüm  korkusuyla  belirlenen  bir  kaos  ve  karmaşa halidir.
Thomas Hobbes bu  doğal  savaş halini  ve  insandaki  egoizmi  insan  doğasıyla  onun duygu ve  tutumlarına, yani  konatif  yapısına  ilişkin  bir  analizden,  varolan  toplumlara  dair  gözlemlerden,  uygarlıkların geçmişiyle ilgili tarihsel olgulardan türetir. Böyle bir savaş durumunda, yani doğa durumunda doğru ve yanlış,  adalet  ve  adaletsizlik  gibi  kavramlardan  söz  edilemeyeceğine  göre,  herkesin  herkese  karşı savaşında  hiçbir  şey  adalete  aykırı  değildir;  çünkü  ortak  bir  gücün  olmadığı  yerde  yasa,  yasanın olmadığı  yerde  de  adaletsizlik  olamaz.  Başka  bir  deyişle,  doğa  durumunda  ahlak  ve  adaletin  ne olduğunu  gösteren  hiçbir  ölçüt  olmadığı  gibi,  böyle  bir  ölçüt  söz  konusu  olsa  bile,  o  herkes  için bağlayıcı olan “ortak bir güç” tarafından teminat altına alınmış değildir. İşte bu koşullar altında, herkes kendi hayatını koruma ve “kendi muhakemesi ve aklı ile bu amaca ulaşmaya yönelik en uygun yöntem olarak gördüğü her şeyi yapma” konusunda tamamen özgürdür. Bu, Thomas Hobbes ’un  betimlediği  şekliyle  doğa  durumunda  insanların,  bir  yandan  ahlaki  olarak birbirlerinden  tamamen  tecrit  edilmiş  ve  dolayısıyla  egoist  oldukları,  diğer  yandan  da  sahip bulundukları  iradi güç ve peşine düştükleri amaçlar bakımından eşit, hatta özdeş bir yapıda oldukları anlamına gelir. Yani,  onlar hem bir  ayrım hem de bir özdeşlik  içerisinde olup,  aralarındaki  ilişkinin çatışmacı  bir  nitelik  arz  etmesi,  bütünüyle  içinde  bulundukları  durumun  mantıksal  yapısından kaynaklanır. Buna göre, doğa durumunun mantığını oluşturan şey ayrım ve özdeşlik arasındaki gerilim ise,  o  zaman  doğa  durumundan  çıkış  ancak  ve  ancak  ayrım  ve  özdeşliğin  telif  edilmesi  sayesinde mümkün olabilir. Toplum sözleşmesinin anlamı da tam olarak işte bunu ifade eder: Sözleşme, ayrım ve özdeşlik  kategorilerini doğa durumunun  içsel mantığından  türetilen yeni bir çerçeve  içinde bir  araya getirir ve böylelikle de doğa durumunun rasyonalitesini aşarak, yeni ve sivil bir rasyonalite kurar.
Doğal Hak Thomas Hobbes ’un  siyaset  felsefesinde,  bu  yeni  rasyonalitenin  tesisini  ve  toplum  sözleşmesini mümkün kılan şey, doğa durumu  ile sivil  toplum durumu arasındaki orta  terim olarak “doğal hak” kavramıdır. Doğal  hak,  insanın  “kendi  doğasını,  yani  kendi  hayatını  korumak  için  kendi  gücünü  dilediği  gibi kullanması ve kendi muhakemesi ve aklı ile bu amaca ulaşmaya yönelik en uygun yöntem olarak kabul ettiği her şeyi yapma özgürlüğünü”  ifade eder. Onda bütün doğa yasaları,  tüm sosyal ödev ve politik yükümlülükler  doğal  hakka  tabi  olup,  bireyin  kendi  varlığını  koruma  doğal  hakkından  türetilir. Liberalizmin  bütün  toplumsal  ve  politik  yükümlülüklerin  insanın  bireysel  haklarından  türetildiği  ve onun  haklarının hizmetinde olduğunu söylediği dikkate  alınırsa, Thomas Hobbes modern  liberalizmin kurucu babası  olarak  görülebilir.  Bireyin  doğal  haklarından  çıkıp,  bu  hakların  bir  şekilde  hizmetinde  olan toplumsal, ahlaki ve politik kurallarla kurumların, o, Platon ve Aristoteles’in ütopik şemalarından daha etkili  oldukları  kanaatindedir.  Çünkü  doğal  haklar  insanların  en  güçlü  bencil  arzu  ve  tutkularından, insanın  kendi  yaşamını  koruma  hakkının  temelinde  bulunan  tutkudan  çıkar. Bencilliği  engelleme  ve egoizmi  hor  görmeyle  ilgili  geleneksel  ahlaki  öğretilerin  temelleri  çöktüğüne  göre, Thomas Hobbes doğal haklarla aynı zamanda egoizmi meşrulaştırmanın ya da kutsamanın yeni bir yolunu bulur.
Doğa Yasası
Thomas Hobbes, şu halde, fiili bir savaş tehdidi, herkesin herkese karşı savaşı durumunda, bireyin, en temel hakkını  tehlikeye  sokacak  savaştan  korkmak  durumunda  olduğunu;  onun  yaşamını  koruma  doğal hakkının bir  sonucu  olarak barışı  aramasının  tutulabilecek en akıllıca yol  olduğunu  söyler. Ölümden kaçınmak  için  insanın  savaşın  yerine  barışı,  rekabetin  yerine  uzlaşmayı  koymak  zorunda  olduğunu bildiren Thomas Hobbes ’a göre, söz konusu doğal savaş halinden kurtulmak insanın çıkarına olup, aydınlanmış egoizmin bir gereğidir ve bu kurtuluşu sağlayacak olan şey de doğa yasasıdır. Buna göre, insan doğası itibariyle tutkuları ve aklı olan bir varlıktır;  insanı savaş haline sürükleyen şey tutkularıdır. Ama yine tutkuları,  fakat  özellikle  de  aklıdır  ki  insanı  ölüm  korkusundan  kurtulup,  güvenlik  içinde  yaşamak, uygarlığın nimetlerinden pay almak, hayatın sağlayacağı hazlardan faydalanmak için uzlaşma, barış ve huzuru aramaya sevk eder. Aklı  insana en  temel  talebin, kendi varlığını koruma  isteminin nasıl etkin hale getirilip hayata geçirilebileceğini gösterir.
Toplum Sözleşmesi
Thomas Hobbes ’a  göre,  sözleşmelere  kılıcın  desteğini  vermek  için  insanların  kendi  güçlerini  kendileri arasında egemen hale gelen ortak bir güce aktardıkları bir  ilk antlaşmanın olması gerekir. Buna göre, doğa  yasası  sadece barışın  tesis  edilmesi  gerektiğini  değil,  fakat  bunun  nasıl  yapılacağını  da  söyler. Doğa durumuna, yani “herkesin herkesle savaşına” son verecek olan şey, her insanın her şey üzerinde sahip olduğu doğal haktan başkalarıyla aynı ölçüde vazgeçmesi, yani sahip olduğu hakkın başkalarının hakkıyla eşit ölçüde sınırlandırılmasına rıza göstermesidir. Bu sınırlandırma, insanların sahip oldukları doğal hakkı karşılıklı olarak  tek bir kişiye devretmelerini ve onu egemen olarak  tanımalarını öngören bir sözleşme sayesinde gerçekleşir.
Thomas Hobbes a göre, bu sözleşmeyle bir egemen güce sahip olur, herkesin herkesle savaş içinde olduğu doğa  durumundan  hayatlarımızı  güvenle  sürdürebileceğimiz  sivil  toplum  haline  geçeriz.  Burada, yalnızca ölüm korkusundan kurtularak güvenlik  içinde yaşamakla kalmayız,  fakat aynı zamanda rahat ve mutlu yaşama  imkânına sahip oluruz. O, sadece varlığını koruma hakkının mutlak ve vazgeçilmez bir  nitelik  taşıdığına  inanır;  işte  bu  haktan  türetilen  bütün  yükümlülük  ve  ödevlerin  ancak  hayatı koruma hakkının ihyasına hizmet ettiği ölçüde bağlayıcı olduğuna işaret eder. Bu da hiç kuşku yok ki ortak  iyinin,  insanın  akli  bir  varlık  olmasından  kaynaklanan  amaçlardan  ya  da  bu  amaçların  hayata geçirilmesine  gönderimle  düşünülen  ödevlerden  hareketle  kavranamayacağı;  onun  esas  itibariyle  ve sadece öz-varlığını koruma hakkı çerçevesi içinde tanımlanması gerektiği anlamına gelir. Onun politika felsefesinde,  ortak  iyinin  işte bu  şekilde mutlak  ve  vazgeçilmez  bir  hak  çerçevesinde  tanımlanması, aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak politikanın amacına ve meşruiyet koşullarına da ışık tutar. Devletin görevi  veya  politikanın  işlevi,  kadim  filozofların  düşündüğü  anlamda  erdemli  hayatın  ihyası  değil, fakat herkesin doğal hakkının korunması ve kalıcı bir biçimde  teminat altına alınmasıdır; yani, politik düzen “iyi yaşam”  için değil, fakat “yaşamın kendisi”  için vardır ve onun kurucu kavramı ödev değil, fakat haktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder